Modern yeni dünya


Sabah saat 8:15. Londra'nın en civcivli saatleri. Banliyö trenleri konserve gibi. Kapılar açıldığında önce bir parfüm bulutu yükseliyor. İçerisi her noktası kozmetiğe bulanmış insanlarla tıkış tıkış. En nezih halimiz ve en yapışkan gülümsememizle, sabahın köründe, kontrolden çıkmış bir takım tüzel kişiliklere kar ettirmeye gidiyoruz. Herkeste ayrı bir mahmurluk; bıraksalar bütün şehir en az iki saat daha uyur.

Bir buçuk senelik bir rölantiden sonra sabahın köründe başlayan bir mesaim var artık. İlk defa koşuma alınmış vahşi bir at gibi debeleniyorum. Ufak çaplı sinir krizleri ve iç hesaplaşmalarla trenin boğucu sıkışıklığından çıkıp kendimi metroya doğru sürüklüyorum. Geç kalma telaşıyla, ilk gelen treni kapasitesinin üzerinde dolduran modern dünyanın neferleri, yüz yıllık vagonlarla plazalarına doğru sefere çıkıyorlar. İlk durakta trenin çoğu boşalıyor. Burası Bank: minik adacıklara kurulu devasa plazalardan oluşan Londra finans merkezi. Siyah takım elbiseli bankacılar hergün üçüncü dünyanın cenazesini kaldırıyor. Avrupa'nın finans merkezi. Herkesin kendi çapında "sex and the city" çevirdiği, ayakları yerden bir karış yüksekte plaza forsalarının fink attığı hava civa bölgesi de diyebiliriz. Ama benim ineceğim yer burası değil.

Angel'a gidiyorum. Eskinin varoşu, şimdinin şık ve şirin öğrenci semti. Oradan otobüsle Newington Green'e geçeceğim. Sonunda "Green" olan çoğu yer gibi burası da Türk mahallesi. Bütün tabelalar Türkçe, neredeyse herkes Türk, o kadar ki tek kelime İngilizce bilmeden bir hayat geçirebilirsiniz. Çantayı ofise atıp, üzerimde ne işle meşgül olduğumu denetleyen kaç çift göz olduğunu hesaplayarak dışarı çıkıyorum. Son 1o senede, taş çatlasa 10 kere gazete okumuş insanları gazeteye ilan vermeye ikna etmem gerekiyor. Dükkan dükkan dolaşıp, konudan çok uzaklaşmamasına özen gösterilmiş havadan sudan muhabbetler ve devamında şansım yaver giderse bildiğiniz koyun pazarlığı. Gülmeliyim, hep gülmeliyim, pozitif olmalı ve mutluluk saçmalıyım. Ne de olsa müşteri velinimettir.

Aslında düşünüyorum da kapitalist ilişkiler son derece demokratik: müşteri olduğu sürece herkese eşit derecede bulunmaz hint kumaşı muamelesi yapılıyor. Müşteri hakikaten velinimet ve herkes sadece müsteriyken velinimet olduğu için sürekli bir müşteri olma çabası var. Ne de olsa ortalama bir Londra'lı hiçbir zaman Harrods'ta parfüm denerken olduğu kadar adam yerine konulmuyor. O değerli anlar için; kendini inci kolyeler ve tayyörlü kokteyller dünyasında hissetmek için arasıra bir şişe alkollü esansa birkaç yüz pound vermesi gerekebilir ama önemi yok. Ne de olsa orada onunla konuşurken kibarlıktan kırılan, şıkır şıkır giyinmiş satıcılar var. Ona kendini "filmlerdeki gibi" hissettiriyorlar. O anda ne satıcı Londra'nın 3üncü zone'undan gelmiş, hayatından bezmiş bir azınlık mensubu, ne de alıcı bilmemkaçıncı zone'un banliyölerindeki evinde 3 çocuğu ve tonoz kocasıyla boğuşan bir ev kadını. Şık parfüm şişelerinden yansıyan spot ışıklar altında nezih küçük sohbetler ederken başka dünyalara ışınlanıyorlar. Birazdan mesai bitecek, herkes o gün gördüğü yüzleri hafızasından silecek. Alıcı ve satıcı aynı metroya sığışmaya çalışırken, birbirlerinden yükselen boğucu parfüm kokularından rahatsız olup içlerinden sessiz küfürler edecekler.

Ben eve gidip uykudan çalacağım birkaç saate koca bir hayat sığdırmaya çalışacağım.

0 kisi laf etti:

Back to Home Back to Top FARLİMAS. Theme ligneous by pure-essence.net. Bloggerized by Chica Blogger.