Demin bir akıl hastanesinden geldim. Yok, telaşlanmayın, henüz kendim için değil. Sadece derdini anlatmaya çalışan bir adamı dinlemek için oradaydım. Birkaç sene öncesine kadar Türk mahallesinde bir kafe'de çalışan, evden işe işten eve giden, "normal" addedilen bir adamken, zaman ilerledikçe Londra'da kaçak bir göçmen olmanın ağırlığına dayanamayarak "Göçmen bürosunu ve belediyeyi Kraliçe'ye şikayet etmek amacıyla hastanenin önünden kaçırdığı ambulansı Londra sokaklarında 'Saddam geliyor' diye bağırarak sürecek" duruma gelmiş. Olayın abesliği bir tarafa adamın "Saddam geliyor" diye bağırma nedeni başlıbaşına bir araştırma konusu. Bu noktada dediklerini direk aktariyorum:
"Ben küçükken köyümde çobanlık yaparken çatışma çıktı. Örgüt beni kaçırdı. Gece kaçıp bir ağacın tepesine çıktım. Kozalaklar düştükçe çıkan sesten korkup 'bana ateş ediyorlar' diye diye sabahı ettim. Sonra da ailece köyden kaçıp kaçak olarak Londra'ya geldik. Burada 3 kişilik evde 8 kişi yaşamaya başladık. Güvence yok, yer dar derken sürkeli kavga ediyorduk. Belediyeye gittim ev istemeye, polis getirtip yaka paça attırdılar. Göçmen bürosuna gittim önce beni belediyeye yönlendirdiler sonra gene polis geldi. Birkaç hafta böyle geçti, sokakta yattım kalktım, sonra bir şekilde hastaneye düştüm. Hemşireler beni aşağıladı. O arada zaten Saddam Hüseyin'in yakalandığı dönemdi ve İngiliz'ler terörden çok korkuyordu. Bani de her devlet kurumu itip kakıp terörist muamelesi yapınca "Aceba ben terörist miyim?" diye düşünmeye başladım."
Adamla 2 saat kadar oturup konuştuk. Tanımlayamadığım bir farklılık var ama işin garibi aynı alışılmadık davranışları sergileyen, işinde gücünde, evli barklı pek çok kişi tanıyorum. Hatta içlerinde kariyerinde çok başarılı şekilde ilerlemiş, "toplum" tarafından saygı duyulan insanlar da var. Kesinlikle tam olarak "normal" değiller. Aslında hiçbirimiz değiliz. Hepimiz içimizde karanlık bir noktada günün birinde sapıtma potansiyeli taşıyoruz. Eğer tetiklenmezse bu potansiyelle yanyana hayatımızın sonuna kadar idare edebiliriz. Ne halt olduğumuz asıl tüm kalelerimiz yıkılınca, güvendiğimiz dağlara kar yağınca, hayat ayağımızı kaydırınca, kısacası "tutunamayınca" ortaya çıkıyor. Başa gelmeden ne olacağını söylemek güç. En az 3-5 büyük kriz atlatmadan kimse "benim karakterim güçlü, yıkılmam" diyemez.
Burası Londra; deliler kenti. Sokaklarında dünyanın çok az yerinde görebileceğiniz çeşitlilikte "sıyırmış" karakter görebilirsiniz. Hep derler ya, metropoller insana potansiyellerini gerçekleştirme fırsatı sunuyor. Delilikte en revaçta olan potansiyel işte. Eğer kaçak göçmen hayatı, yalnızlık, parasızlık, dışlanmışlık ve kendini ifade edememe gibi sayısız badirede delilik potansiyeliniz ortaya çıkmaz ve şansınız yaver giderse diğer potansiyellere sıra geliyor.
Burası Londra, deliler şehri, göçmenler şehri, hikayeler şehri. Size vaadettiklerinin hepsinin yaldızı 2 günde dökülse de ben garanti ediyorum ki; bu şehir sizden tüm aldıklarına karşılık en azından tek bir şeyi, ama belki de hayattaki en önemli şeyi sunacaktır: "ASLINDA NE OLDUĞUNUZUN BİLGİSİNİ"
Ve ben belki de şu anda sadece bunu öğrenmek için buradayım.