Savulun, Ferzan memleketten geliyor!


Cumartesi sabahı anladım ki memlekete gitmekle seyahate çıkmak arasında ciddi bir fark var. Uzun DKSK yılları boyunca dağa fazladan don bile götürürken kırk kere düşünmesiyle nam salan, tatile okul çantasıyla giden bendeniz, Ankara'dan İngiltere'ye 40 kilo yükle geldim! Nasıl oldu inanın ben de bilmiyorum. Dergiler, kitaplar, giysiler, pembe çizik zeytin, lokum, lavabo aç, boş CD derken bir süre sonra kendimi kaybetmişim. En son havaalanında ağzına kadar dolu bir sırt çantası, 20 küsur kiloluk bir çekçekli bavul, 3.5 kiloluk devlet gibi bir bilgisayar* ve bir omuz çantasıyla koşmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Devamı zaten fiyaskoyla cinnet arası bir şeydi.
31 aralıkta grev yapmaya karar veren Londra metro'su ve kafasına göre çalışmakta direten ultra bürokratik belediye otobüsleri** yüzünden helak oldum. Metrodan otobüse, otobüsten metroya atlayıp zıplarken hayatın anlamını sorgulama aşamasına geldim. İstanbul'dan Londra'ya geldiğim kadar süreyi, teyzemin evine ulaşmaya harcadım.
Değil ayakta duracak, nefes alacak bile kudret bulamıyordum ama inadım inat, yeni yıla Trafalgar meydanında girecektim. Ama belediyenin iradesi benimkinden baskın çıktı: yeni yıla otobüste girmek durumunda kaldım. Gene de güzeldi (ya da öyle olduğunu düşünmek istiyorum). Bir süre köprülerin üzerinde dolaştım, sarhoşları izledim, doğru tarafa gittiğini umduğum bir otobüse atlayıp uyuyakaldım. Bir ara adamın teki mızıka çalmaya başlayınca uyandım. Otobüsçe şarkı söyleyip tempo tuttuk. Sonra bir şekilde eve ulaşıp tekrar uyuyakaldım.
Lakin sabah uyandığımda gene bavullarımla başbaşaydım ve Victoria otogarına kadar uzuunnn bir yol vardı. Belediye otobüsündeki göçmen savaşlarını (bu başka bir hikaye ve başka bir zaman anlatılmalı) atlattıktan sonra metrodan metroya dolanarak Victoria semalarına geldim. Sürpriz: Yüzyıllara meydan okuyan Londra'nın, 500 yıllık altyapısıyla başa çıkamayan belediyesi, çam süsleme, havuz yapma, tüy dikme aktivitelerinden vakit bulup, kentin tek sehirlerarası otobüs terminaline giden tek metro çıkışına yürüyen merdiven falan koymamış. Yani başka bir ülkede ve ya şehirde gözüme batmaz ama lüks içinde yüzen Avrupa'nın en lüks mahallerinden birinde bu tür şeyler sinir bozucu oluyor.
Neyse Brezilyalı bir kızın da yardımıyla otobüse binmeyi başardıktan sonra Southampton'a vardım. Saf saf yolun bittiğini düşünüyordum ki, noel tatili dolayısıyla yurda giden otobüslerin kaldırıldığını farkettim. Tekeri iflas etmiş bavulum, çantam ve artık nefret etmeye başladığım bilgisayarımla kampüste "acı yok rocky" ruh halinde ilerlemeye başlamıştım ki Malezya'lı bir çocuk yardıma geldi. Kendisi sanırım Türkçe bilmiyor ama ben gene de buradan tekrar teşekkür ediyorum. Anladım ki, uzak ülkelerden gelenler yaklaşık aynı zorlukları yaşadığı için birbirini anlıyor, yardım ediyor.
Devamında zafer kazanmış kolordu komutanı edasıyla odanın ortasına attım bavulları. Hesapta eşyaları yerleştireceğim ama yarım saat sonra vazgeçip yattım zaten. Sabah uyandım ki, 8 metrekare oda panayır yeri gibi, adım atacak yer yok. Ama olsun, sonuçta eşya taşıma faslı bitmişti. En azından yaza kadar!
-------
Notlar:
*Bilgisayarım, 3.5 kiloluk ağırlığı, 15.2 inch ekranı, haşmetli görüntüsü ve mehter takımına taş çıkartan hızıyla bu sıfatı sonuna kadar haketmektedir. Kendisi ayrıca bit kadar hafızası dolayısıyla vasati 3-5 dakikada ancak açılabilmekte, programları kafasına göre bir sırayla ve verimsizliğin doruklarında bir düzenle çalıştırmaktadır. Her hangi bir prgorama müdehale etmenin 1001 türlü bürokrasi gerektirdiği bu şirin şey , tüm bu özellikleriyle hakikaten devlet gibidir.
**Londra'da belediye otobüsleri sizi kafalarına göre bir durakta indirebilir ve paşa paşa yeni bir otobüs beklersiniz. Bir sonraki otobüsün gelmemesi yüksek bir ihtimaldir ve şöförlerin de konuyla ilgili sizden fazla birşey bildiği yoktur. Burada canı sıkılan yeni düzenleme yapmaktadır. Düzenlemeler zırt ulaştırma dairesinin pırt panosunun sağ alt köşesine asılmaktadır. İşi gücü olmadığı varsayılan Londra'lıların her gün pano takip etmesi beklenmektedir.
Hey gidi Douglas Adams, sen ne mübarek bir adammışsın. Ben de Otostopçunun Galaksi Rehberi'ni kurgu sanıyordum. Meğerse sadece "İngiliz"miş.

1 kisi laf etti:

tahin dedi ki...
Ocak 05, 2006 10:11 ÖS

:)
Haksizlik yapma yaw Southampton'li.Seviyoruz biz kirmizi otobuslerimizi de, cool soforlerimizi de:) Bizi yaz kis demeden sokak ortasinda biraksalar da canimiz o otobusler bizim:P Yeni yilla gene zam gelmis, £1.50 olmus tek indi bindi, congestion charge'lari toplayip daha cook otubuuuuss, daha cook hizmaaat diyan kizil Ken gene koseye yatirdi bizi ama olsun:) Gerekirse yari acik nostaljik otbuslerimizin arkasinda da aglariz icabinda:)

Londra'dan selamlar;)

Back to Home Back to Top FARLİMAS. Theme ligneous by pure-essence.net. Bloggerized by Chica Blogger.