Londra'dan bahsederken öncelikle polis sayısının ve üst arama cinsi güvenlik önlemlerinin inanılmaz boyutlara çıktığını söylemem gerek. Beş sene evvel gittiğimde bir haftada 2-3 polis anca görmüşken bu sefer şehir sınırlarından girdiğim andan itibaren adımbaşı polislerle ve güvenlik görevlileriyle karşılaştım. Polisler demişken, pazarlama yeteneği resmen İngiltere'nin genlerine işlemiş (ve sanırım çok gelişmiş yavrusu Amerika'ya da geçmiş), yani sonuçta kolluk kuvvetini milli sembolü haline getirip anahtarlık ve T-şört olarak pazarlamak her babayiğidin harcı değil. Oysa ki, Londra'nın en bilinen sembollerinden birkaçı Big Ben, gezi otobüsleri, köprüler, Kraliyet ailesi ve İngiliz polisi! ve son olaylardan sonra İngiliz polisi artık silah da taşıyabiliyor.
Ben en iyisi şimdilik ecnebi memleket çelişkilerini bir kenara bırakıp, bir tat bir doku faslına döneyim:
*Londra diğer İngiliz şehirlerinden çok İstanbul ve New York'a benziyor. Abartmıyorum, emin olun tahmininizden çok daha fazla benziyor! Galata Köprüsünde "kuş sesi çıkartan düdük" satan adamdan bile var. Kendisi Millenium Bridge üzerinde aynı düdüklerden satıyor ve tek farkı Hintli olması. Benzerlikler bununla da kalmıyor; mesela Londra'nın trafiği İstanbul'dakinden bile kötü.
*Evden çıkarken yanıma trafalgar meydanında güvercinlere atmak için ekmek almıştım. Hevesim duble duble kursağımda kaldı çünkü tam da benim geleceğim haftasonu meydanda harıl harıl inşaata başlamışlardı, ne olduğunu tam çözemedim ama bilmemne sponsorluğunda bilmemne için sahne kuruyorlardı. Neyse, manzara gitse de güvercinler benimdir diyip oturdum bir banka, güvercinler zaten insana alışık, elimden yiyorlar falan. O arada 2 tane görevli geldi. Neymiş efendim "yassakk bacım". Niye yasak? Etraf pisleniyormuş. E be güzelim, trafalgarın ortasına cok uluslu şirket sponsorluğunda çam dikmeyi beceren belediye yerlere iki kova su dökmeyi mi beceremiyor? Türkiye'de devlet hiç bir açıklama yapmadan iki günde bir birşeyleri yasaklardı, kimse hesap sormaz, genelde kimse de yasağı sallamazdı. Burada ise devlet iki günde bir birşeyleri yasaklıyor, herkes hesap soruyor, devlet ortalama vatandaşı tatmin edecek kıvamda bir açıklama getiriyor, çoğunluk yasağa uyuyor, uymayanları da devlet uyduruyor. Ama en garibi, burada devletin yaptığı açıklamayı kimse tartışmıyor: önemli olan devletin açıklama yapması. Açıklama yapan devlet şeffaf devlet olarak algılanıyor ve açıklamanın içeriği ve mantığı pek sorgulanmıyor.
*Güvercinler bitti, belediye sincaplara göz dikti. Onları da yakında zehirleyeceklermiş.
*Türkiye medyasına dayanamayıp ülke değiştirdim ve gele gele daha beter bir medya ortamına geldim. Malumunuz İngiltere, Daily Mirror'u olsun, The Sun'u olsun bulvar gazetesi belasının doğduğu, palazlandığı ve halen de devam ettiği coğrafya olarak medyanın iki ucunu bir arada barındırıyor. Bir tarafta BBC gibi ismi de cismi de malum kurumlar, bir tarafta ise ekonomi ve politika sayfaları bile olmayan gazeteler. Bu gazetelerde ilk kısım "kendini yiyen kız" cinsi üçüncü sayfa haberlerine, ikinci kısım "celebrity" tabir edilen gereksiz magazin camiasına, üçüncü ve son kısımsa genelde futbola, özelde ise David Beckham'a ayrılıyor. Ve en vahimi de kimsenin BBC izleyip, The Independent okuduğu falan yok, hayallerinizi yıkmak istemem ama, en çok satanlar gene bulvar gazeteleri. Bu noktada unutmayınız ki, Türkiye'de de en çok bayi satışı olan gazete Bulvar'dır. (TSK er ve erbaşları dolayısıyla)
*Annemin dediğine göre ilkokulda defterime iki tane çizgi çeker yarım saat takla atarmışım. Bu durumda o yıllardan bu yıllara bir arpa boyu yol katedememişim. Hayır, yaş oldu 23, ilkokul, ortaokul, lise, üniversite bitti, master'in da yarısına geldim, hala derse 5 dakika kala ödev çıktısı alıyorum. Sırf yarına ödev yetiştireyim diye saatlerdir bilgisayarı baştan kuruyorum, saat 11 oldu, mail'iydi, msn'iydi, blog'uydu, ekşi sözlük'üydü derken gene iş güç son ana kaldı.
Neyse, hazır hala 1-2 saatim varken, ben en iyisi bu gecelik veda edeyim.
0 kisi laf etti:
Yorum Gönder