Berlin: Top, Tarih, Eğlence

Malumunuz üzere bu ay başında bir dünya kupası daha atlattık. "Futbol dünyanın birleştirici gücüdür" zırvaları ve "Dünyanın bütün çocukları futbol oynuyor, hayata futbolla bağlanıyor" konulu romantik reklamasyon çalışmalarıyla yaklaşık bir buçuk ay geçirdik. Finalin hemen akabinde, İsrail'in Lübnan'a girip yüksek teknolojili silah gücü kusmasıyla, "dünya halklarının kardeşliği" ve "bilmemnenin birleştirici gücü" konularında sarsılıp kendimize geldikse de, tüm saçmalıklarına rağmen önemli bir etkinlikti dünya kupası. Ben de hazır yol yakınken gideyim dedim.

Adının anlamı "ayılar şehri" olsa bile ortalama bir büyük şehre nazaran az "ayı" barındıran güzel bir kent Berlin. Şık bir kent. Almanlar 30 senelik gurbetçi anılarındaki korku öğelerinin tersine son derece cana yakınlar. Neredeyse hepsi İngilizce biliyor ama zaten şehir nüfusunun önemli bir kısmının ana dili Türkçe olduğu için siz İngilizce bilmeseniz de olur.

Berlin'i gezmek için belki de en uygun zaman dünya kupası zamanı. Birbirini gırtlaklama potansiyeli olan herkes büyük meydanlardaki dev ekranlara kitlenmiş maç izlediği, birbirine asılma potansiyeli olan herkes de şehrin 200'ü aşkın bar ve klüplerinde ter ter tepindiği için şehir size kalıyor. Gerçi şimdi bu maç ve eğlence sektörüne de komple sırt çevirmemek lazım. Özellikle Almanya-İtalya maçında ortam pek bir şenlikliydi. Kıçına bayrağını dolayan, yüzüne renklerini boyayan herkes Brandenburger Tor ile Viktoria sütunu arasında kurulan panayıra akın etti. Almanya elenmeseydi ne tür atraksiyonlar olurdu bilemiyorum ama yeniliş anında hep bir ağızdan koro edasıyla "scheisse" diyen birkaç bin kişi görmek de yeterince ilginçti.
Eğlence faslına gelince, yiğidi öldürsek te hakkını vermek lazım, her gece her zevke göre bir şeyler bulunuyor. Benim de kısmetime "Meksika'nın grup yorumu" çıktı. Canınız tepinmek yerine demlenmek istiyorsa Doğu tarafındaki ara sokakları tavsiye ederim. Duvar yıkıldıktan sonra Batı Berlin'liler tarafından üç otuz paraya kapatılan Doğu Berlin, yeniden yapılanması bir yana, şehrin en lüks kesimi olmuş, rengarenk binalar ve otantik meyhanelerle dolmuş. Her saatte canlı mekanlar. Ve en önemlisi parasız da olsanız güzel vakit geçirebiliyorsunuz. Hava kararınca birasını kapan soluğu parklarda alıyor. Özellikle bira içerken bisiklete binebilmelerini takdir ettim. Gerçi anladığım kadarıyla burada insanlar yürümeyi öğrenmeden bisiklete binmeye başlıyor. Bisiklet temel ulaşım aracı ve çoğu yerde yayalardan bile öncelikli. Bunun en büyük getirisi de toplu taşıma ve trafikteki rahatlık.

Toplu taşıma diyince aklıma Türkiye'de ter kokusu, Londra'da kozmetiğe bulanmış yapış yapış insan kalabalığı, Berlin'de ise ferah fuhur seyahat etmek geliyor. Burada metroyu genelde, özürlüler, yaşlılar, acil işi olanlar ya da bisikletini uzak bir yere götürmesi gerekenler kullanıyor. Hatta turistleri bile bisiklet kullanmaya teşvik etmek için bedava bisiklet turları düzenliyorlar. Evet yanlış anlamadınız: tur da bedava, bisiklet te bedava. Ama derseniz ki "Ben pedal çevirmek istemiyorum, yürümeyi tercih ederim", ona da çözüm var. Doğu Berlin ve Batı Berlin için iki ayrı bedava tur var. Ama zaten görülecek yerlerin çoğu doğuda. Hitlerin yakıldığı yer (burayı yalnız başınıza gitseniz hayatta bulamazsınız çünkü şu anda üzerinde apartmanlar yükseliyor), vergi toplama merkezine çevirilmiş eski nazi binası (özellikle sütunlu tarafındaki resme dikkatli bakın: sovyet propaganda resimlerinin tipik bir örneği), eski amerikan geçiş noktası "Checkpoint Charlie" (yanında Berlin duvarı, kaçış hikayeleri, olayların gelişimi gibi şeyleri anlatan süper bir müze var), duvarın bir kısmı gibi mekanları görmek ilginç bir his. Duvar demişken, hala orada burada grafitili parçalarını satıyorlar. 155 km duvar tabi kır kır bitmiyor. Bir de orada burada eski kızıl ordu yıldızlarını falan satan tipler çıkıyor. Bunlara bakarken 17 senelik bir olayın nasıl tarih olabileceğini bir kez daha anladım. İnsanlar gibi şehirler de kendi travmalarını kendi yaratıyor, gücü yeten ve kararlı olan hayata dönüyor.

İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş kalıntılarından sıyrılıp biraz daha yürürseniz, müzeler bölgesine geliyorsunuz. Opera meydanında "Buddy Bear" sergisi var. Birleşmiş Milletler üyesi her ülke için oradan bir ressam, Berlin'in simgesi olan insan boyunda ayı heykellerinden birer tane boyamış. Herkes kendince ülkesini tanıtmış. Ayı merakı herkesçe bilinen bir insan olarak burada bayağı eğlendim. Sonra yere eğildim ve yeniden bir İkinci Dünya Savaşı anısıyla karşılaştım. Opera meydanı Aynı zamanda Nazi döneminde kitap yakılan yer ve bunun anısına yerde ufak cam bir plaka var. aşağı bakınca boş kitap rafları ve kendi yansımanızı görüyorsunuz: "Tarihi değiştiremezsiniz ama kendinizi değiştirebilirsiniz".

Bir süre bunu düşünerek yürüyünce nehrin kenarına geldim. Güneşe ve denize hasret almanların plaj sandıklarından şüphelendiğim ilginç bir yer. Belediye de hallerine acımış olacak ki, genişçe bir alana kum döküp etrafını da çitle çevirmiş. Canı sıkılan yayılıp döne döne güneşleniyor. Ben de bir süre burada oyalanıp doğru Pergamon müzesine gittim. British Museum örneğinde olduğu üzere burası da oradan buradan çalıp çırparak palazlanmış bir mekan. Yalnız burada boynuz kulağı geçmiş: Tek parça taşıyamadığı sütunları önce kasip sonra birleştiren İngilizlerin tersine, Almanlar "Milet pazar yeri kapısı"nı tek parça olarak yürütmüş, gururla sergiliyorlar. Bir de müzeye adını veren "Pergamon Sunağı" var tabi. Ama benim asıl favorim "İştar kapısı" reprodüksiyonu oldu. Hem bu çalıntı da değil. Daha doğrusu kapının orjinali kerpiçten yapıldığı için çoktan toz olmuş, dolayısıyla çalınacak durumda değil. Babil'in 15 metre boyundaki küçük giriş kapısını, orjinal boyutlarında yapmış ve koridor boyunca devam ettirmişler. 4 sıra hayvan figürlü lacivert duvarların arasında bölgeden gelen (!) eserleri sergiliyorlar. Azıcık gözlerimi kısıp kendimi kaptırınca rüyamda yürüyorum sandım. Semiramis karşılamaya gelmeyince uyandım rüyadan. Sonra hikaye bitti.

Back to Home Back to Top FARLİMAS. Theme ligneous by pure-essence.net. Bloggerized by Chica Blogger.