İYİ KAYTARMALAR !


Meali: "Sıkı çalışmak çoğu zaman geleceğinizi kurtarır. Kaytarmak ise her zaman bugünü."* Sonunda tembelliğimi meşrulaştırmayı da başardım. Başım göğe erdi.

Bir de Isaac Newton'un mezuniyet yasalarından**
"A grad student in procrastination tends to stay in procrastination unless an external force is applied on" (yani: "Kaytarma durumunda olan bir lisansüstü öğrencisi, dışardan bir kuvvet etki etmedikçe kaytarmaya devam edecektir") lafi var ki ben zaten şu anda bu tezi ispatla meşgulüm.

Ayrıca unutmayalım ki, "İnsan yorgun doğar, dinlenmek için yaşar".

İyi kaytarmalar.

*Diğer demotive edici özlü sözler için ise:
http://www.despair.com
**http://www.phdcomics.com/...s/archive.php?comicid=221


NOT: Bilinçli ve bilinçsiz yaptığım, tüm kaytarma, aksatma, dikkat dağıtma çalışmalarıma karşın, demin hayatımda ilk defa bir sınava 36 saatten fazla kala konuları bitirmeyi başardım. (Bilen bilir, normalde 2 saat kala bitirirsem mucize sayarım:) Üzerimde acaip bir boşluk hissi var. 3 gunde 59 online, 9 fotokopi halde makale okuduktan sonra su anda sadece uyumak istiyorum.

Beynimle Didişmeler:

İnsan beyni -en azından benimki- riyakar bir organdır. İçinde bulunduğu bünyeye kazık atmak için en olmadık zamanlarda en olmadık şeyleri üretir. Mutlu, boş, hayta zamanlarda, basit bir can sıkıntısını oyalayacak konu bulamayan beyin, her ne hikmetse ne zaman yumurta kapıya dayansa pek bir verimli çalışır. İstisnasız her hayati durumda, alakasız konularla parazit yapar. Dahası takılacağı konuları inadına en ilginç, en zevkli olanlardan seçerki, "yapılması gereken"le "yapılması istenen" arasındaki gerilim artsın. Şeytana uymak kolaylaşsın.
Ders çalışacaksanız anılar canlanır. İş yapacaksanız yaratıcılığınız depreşir. Sabahın köründe uyanacağınız için acilen uyumanız gerektiğinde, olabilecek en alakasız şey aklınıza takılır. "Kontiki* neydi? İsmi de bir yerlerden tanıdık geliyor ama" diye düşünerek sabahı edersiniz. En beteri ve en kaçınılmazı da iki ayağınız bir papuca girmişken yeni felsefi açılımlara girmektir. Hayatla ilgili en derin sorgulamalar, en temel çelişkiler nedense en olmadık zamanlarda akla gelir, kafanızı karıştırır. Hayat normale döndüğünde ise bilincin en güneş görmemiş yerine iteleniverirler. Ta ki bir sonraki konsantrasyon gerektiren, stresli döneme kadar. Sonra sil baştan aynı hikaye.
Gönül ister ki, final dönemlerinde -ve benzer şıkışıklıklarda- şalterleri kapatmak mümkün olsun. Konsantrasyon bozulmasın, verimlilik artsın. Ama namümkün! Olmadı. Olmuyor. Mesela benim şu anda ödev yapıyor olmam gerekirken hala internette fink atıyorum.

*Kon-tiki: Norveçli gezgin Thor Heyerdahl'ın 1947'de Peru'dan Polinezya'ya giderken kullandığı balsadan yapılma sal. Heyerdahl, vakti zamanında yerlilerin benzer sallarla aynı yolculuğu yaptığına inanıyordu. Bunu kanıtlamak için yola çıktı ve okyanusu geçmeyi başardı.

Savulun, Ferzan memleketten geliyor!


Cumartesi sabahı anladım ki memlekete gitmekle seyahate çıkmak arasında ciddi bir fark var. Uzun DKSK yılları boyunca dağa fazladan don bile götürürken kırk kere düşünmesiyle nam salan, tatile okul çantasıyla giden bendeniz, Ankara'dan İngiltere'ye 40 kilo yükle geldim! Nasıl oldu inanın ben de bilmiyorum. Dergiler, kitaplar, giysiler, pembe çizik zeytin, lokum, lavabo aç, boş CD derken bir süre sonra kendimi kaybetmişim. En son havaalanında ağzına kadar dolu bir sırt çantası, 20 küsur kiloluk bir çekçekli bavul, 3.5 kiloluk devlet gibi bir bilgisayar* ve bir omuz çantasıyla koşmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Devamı zaten fiyaskoyla cinnet arası bir şeydi.
31 aralıkta grev yapmaya karar veren Londra metro'su ve kafasına göre çalışmakta direten ultra bürokratik belediye otobüsleri** yüzünden helak oldum. Metrodan otobüse, otobüsten metroya atlayıp zıplarken hayatın anlamını sorgulama aşamasına geldim. İstanbul'dan Londra'ya geldiğim kadar süreyi, teyzemin evine ulaşmaya harcadım.
Değil ayakta duracak, nefes alacak bile kudret bulamıyordum ama inadım inat, yeni yıla Trafalgar meydanında girecektim. Ama belediyenin iradesi benimkinden baskın çıktı: yeni yıla otobüste girmek durumunda kaldım. Gene de güzeldi (ya da öyle olduğunu düşünmek istiyorum). Bir süre köprülerin üzerinde dolaştım, sarhoşları izledim, doğru tarafa gittiğini umduğum bir otobüse atlayıp uyuyakaldım. Bir ara adamın teki mızıka çalmaya başlayınca uyandım. Otobüsçe şarkı söyleyip tempo tuttuk. Sonra bir şekilde eve ulaşıp tekrar uyuyakaldım.
Lakin sabah uyandığımda gene bavullarımla başbaşaydım ve Victoria otogarına kadar uzuunnn bir yol vardı. Belediye otobüsündeki göçmen savaşlarını (bu başka bir hikaye ve başka bir zaman anlatılmalı) atlattıktan sonra metrodan metroya dolanarak Victoria semalarına geldim. Sürpriz: Yüzyıllara meydan okuyan Londra'nın, 500 yıllık altyapısıyla başa çıkamayan belediyesi, çam süsleme, havuz yapma, tüy dikme aktivitelerinden vakit bulup, kentin tek sehirlerarası otobüs terminaline giden tek metro çıkışına yürüyen merdiven falan koymamış. Yani başka bir ülkede ve ya şehirde gözüme batmaz ama lüks içinde yüzen Avrupa'nın en lüks mahallerinden birinde bu tür şeyler sinir bozucu oluyor.
Neyse Brezilyalı bir kızın da yardımıyla otobüse binmeyi başardıktan sonra Southampton'a vardım. Saf saf yolun bittiğini düşünüyordum ki, noel tatili dolayısıyla yurda giden otobüslerin kaldırıldığını farkettim. Tekeri iflas etmiş bavulum, çantam ve artık nefret etmeye başladığım bilgisayarımla kampüste "acı yok rocky" ruh halinde ilerlemeye başlamıştım ki Malezya'lı bir çocuk yardıma geldi. Kendisi sanırım Türkçe bilmiyor ama ben gene de buradan tekrar teşekkür ediyorum. Anladım ki, uzak ülkelerden gelenler yaklaşık aynı zorlukları yaşadığı için birbirini anlıyor, yardım ediyor.
Devamında zafer kazanmış kolordu komutanı edasıyla odanın ortasına attım bavulları. Hesapta eşyaları yerleştireceğim ama yarım saat sonra vazgeçip yattım zaten. Sabah uyandım ki, 8 metrekare oda panayır yeri gibi, adım atacak yer yok. Ama olsun, sonuçta eşya taşıma faslı bitmişti. En azından yaza kadar!
-------
Notlar:
*Bilgisayarım, 3.5 kiloluk ağırlığı, 15.2 inch ekranı, haşmetli görüntüsü ve mehter takımına taş çıkartan hızıyla bu sıfatı sonuna kadar haketmektedir. Kendisi ayrıca bit kadar hafızası dolayısıyla vasati 3-5 dakikada ancak açılabilmekte, programları kafasına göre bir sırayla ve verimsizliğin doruklarında bir düzenle çalıştırmaktadır. Her hangi bir prgorama müdehale etmenin 1001 türlü bürokrasi gerektirdiği bu şirin şey , tüm bu özellikleriyle hakikaten devlet gibidir.
**Londra'da belediye otobüsleri sizi kafalarına göre bir durakta indirebilir ve paşa paşa yeni bir otobüs beklersiniz. Bir sonraki otobüsün gelmemesi yüksek bir ihtimaldir ve şöförlerin de konuyla ilgili sizden fazla birşey bildiği yoktur. Burada canı sıkılan yeni düzenleme yapmaktadır. Düzenlemeler zırt ulaştırma dairesinin pırt panosunun sağ alt köşesine asılmaktadır. İşi gücü olmadığı varsayılan Londra'lıların her gün pano takip etmesi beklenmektedir.
Hey gidi Douglas Adams, sen ne mübarek bir adammışsın. Ben de Otostopçunun Galaksi Rehberi'ni kurgu sanıyordum. Meğerse sadece "İngiliz"miş.

Back to Home Back to Top FARLİMAS. Theme ligneous by pure-essence.net. Bloggerized by Chica Blogger.