He de geç

Geçmek bilmez mide ağrıları ve uykusuz geceler eşliğinde yaptığım iç hesaplaşmalar neticesinde dış dünyanın iç dünyama sızıp istikrarsızlık yaratmasına neden olan açığı bulmuş bulunuyorum: "he diyip geçme" beceriksizliği. Milletin ne ağzı, ne fikri, ne de paşa gönlü torba olmadığı için ortalıkta türlü çeşitli öneriler, talepler, fikirler, değerlendirmeler ve genellemeler uçuşuyor. Gün boyunca maruz kaldığım bu söz ve yazı öbeklerini yaratıcıları bile ürettikten 5 saniye sonra unuturken ben nedense eviriyor, çeviriyor, yorumluyor, kapışıyor, beynimi bulandırıyorum. Hayır bir de, kendi durumum için konuşuyorum, madem eninde sonunda gene bildiğini okuyacaksan elalemin derdinden gerilmenin ne getirisi var.

Bazen anne sözü dinlemek; "he diyip geçmek" lazım. Ama "he" demeyi öğrenmek öyle ha diyince olmuyor. Buradaki "He" yıllar içinde edinilen bir sosyal zırh çeşidi. Çarpışan arabalar misali cazgır cazgır geçen uzunca bir süre sonunda "ne yapıyorum ben, ne saçmalıyorum" denilmek suretiyle ediniliyor. Ama tavrı güçlendirmek, alışkanlık haline getirmek zaman istiyor. Bir kere elalemin lafına omurilikten tepki vermeyi bırakmak çok zor. Bence, reflektif savunma tepkilerinin oluşumu, "he" demekten daha bilinçsiz bir süreç. Her lafa tavır alıp "olduğumuza inandığımız şeyi" savunarak idealimizdeki kişiliğe yaklaştığımız ilüzyonuna kapılıyoruz. Bu klasik bir laf dalaşı şeklinde de olabilir, internet sitelerinde uzuuunnnn yorumlar yazarak ta. Hatta evde tavana bakarak kendi kendimize fikir yürüterek te yapabiliriz. Uzun felsefi ve entellektüel tartışmalarla kendimizi ya da fikirlerimizi sorgulayıp geliştirdiğimizden de pek emin olamıyorum çoğu zaman. Zira genelde bu tartışma platformlarında olay "kazanma", "lafı oturtma", "son sözü söyleme" eksenli gerçekleştiği için taraflar genelde kulakları ardına kadar kapalı ve kendi bildiklerine daha sıkı yapışmış halde ortamı terk ediyor. Hasbelkader fikrimiz olan her hangi bir konu geldi mi daha beyin lafı işlemeden düğmemize basılmış gibi konuşmaya başlıyoruz.

Oysa "he" diyip geçmek öyle mi ya. He demek için önce ne denildiğini duymak, irdelemek, saçma olduğuna kanaat getirmek, çaktırmadan sıvışmak ve konuyu değiştirmek için gerekli zemini hazırlamak lazım ki hakkıyla "he" denebilsin. Burada kilit nokta çaktırmadan "he" demek. Ne de olsa bu tavır karşıdaki kişiyi az buçuk ta olsa toy, salak vs. yerine koymayı içeriyor. Sonuçta millete açık açık "bilmez etmez konuşur" ya da "kim uğraşacak şimdi buna laf anlatmakla" diyemeyeceğimize göre diplomatik "he" deme yöntemleri geliştirmek lazım. Zamanla o da olacak artık. En olmadı bir süre Erdener Abi modunda dolaşırım ortada formatı oturtana kadar.

Hadi kızım yandan yandan yandan

Londra'da ilk defa bir konsere (ben dahil:) seyircilerin yarısının geç girdiğini gördüm. E ne de olsa, çalan da Türk, oynayan da. Londra'nın en kasıntı konser salonlarından meşhur Barbican'a da doluşsak, o kadar rahatlık olacak. Az buz birşey değil hem, Selim Sesler geliyor, toplanip gırnata dinleyeceğiz. 50 kişiye en az 1 görevli düşüyor. Yok "Fotoğraf çekmek yasak", yok "kahve sıcaksa içeri alamayız", zebellah gibi dolanip ona buna laf ediyorlar. Ama ne fayda, Selim Sesler ve ekibi öyle bir çalıyor ki, daha üçüncü şarkıda ön saflara doğru ilerleyip oynamaya başlıyoruz. Akabinde Selim babanın da klarneti bırakıp göbek atmaya başlamasıyla iyice cesaretlenen kalabalığın "Camiye mi geldik ayol!" ve "Biz biliyoruz da mı oynuyoruz, Kalk kız kalk" damarları kabarıyor tabi. Son parçalara doğru bileni bilmeyeni atıyor göbecikleri.

Lakin sefamız ancak ilk yarının onuna kadar sürüyor. İkinci kısımda Selim Sesler gidiyor, başka bir ekip geliyor. Klarnet'le elektro gitarı karıştırıp doğu-batı sentezi yapmaya çalışmışlar ama roman havasının arka fonunda uzay gemisi efektleri, oynak ritmlerin arasına karışan liseli metal grubu etkileri kulakları tırmalıyor. Zaten çok geçmeden salon yavaştan boşalıyor. Canını dışarı atan seyirci grubuyla konser sonrası için vaadedilen partiyi beklemeye başlıyoruz. İçerideki müziğe bakınca ne bekleyeceğimizi tam bilemiyoruz ama meraklıyız da bir yandan.

Önce bir DJ gelip oyun havalarıyla disko müziklerini harmanlamaya kalkıyor. Saadet düğün salonu tadındayız ve tek eksiğimiz piyanist şantör. Tam sıkılmaya başlarken davul zurna sesleri duyuluyor. Bulduk ya artık memleketin ritmini, anında halaya kalkıyoruz. Beraber ve solo figürlerle şenlenken bir de dansöz geliyor, işte o zaman tam oluyor memleket. Artık cümle camia, kurtlarımızı dökmeyi nasıl özlemişsek, dakikasında özümüze dönüyoruz. Gece uzun, komut net: "Hadi kızım yandan yandan yandan...."

Back to Home Back to Top FARLİMAS. Theme ligneous by pure-essence.net. Bloggerized by Chica Blogger.