Look Pretty!

Geçen hafta sınıfımızın organizasyon komitesi başkanı Christine ablamız, bizi sosyalleştirme başarılarına bir yenisini daha ekleyerek "Christmas Partisi" önerisiyle geldi. "Nasıl birşey olacak?" soruma ise "Herkes içkisini getirecek, Sam'in evinde takılıp oradan da şehre ineriz. Just Look Pretty (Hoş gözük yeter!)" yanıtını verdi. Alem yapma anlayışı ODTÜ topluluklar barakasında sıcak şarap kaynatmak ya da komünist bakkaldan bira alıp yüzüncü yıl semalarında bir evde toplaşmak şeklinde olan bendeniz, "Look Pretty" komutunu nasıl algılamam gerektiği konusunda önce bir süre kara kara düşündüm. Akabinde de, ne yardan ne serden geçecek bir görüntü yakalamak amacıyla, iki aydır önemli gün ve hafta üniforması olarak kullandığım etekle bluzu üzerime geçirip olay yerine intikal ettim. Geceyle ilgili izlenimlerim şu şekilde:
1) Efenim Türkiye'deki tam karşılığı; 3 kat rimel, mavi göz kalemi, parlak ruj, cıngıllı veya dar bluz ile donanmak olan "Look Pretty" kavramı burada cıngıllı far, etek ya da kumaş pantolon ve muhtelif dekolteler anlamına geliyor. Topuklu ayakkabı deneyimi düğün, sünnet ve iş mülakatıyla sınırlı (benim de içinde bulunduğum) anlayışın aksine, İngilizler aktivitenin önem derecesine göre artan topuklu ayakkabı giymek gibi bir yol benimsiyorlar.
2) Daha önce bırakın tamamı kravatlı bir grup adamla bara gitmeyi, erkek sayısının kız sayısından fazla olduğu bir sınıfa bile düşmemiştim. Bu nedenle her hafta sabah 9.45 dersinde eşofmanla görmeye alıştığım adamları bir anda karşımda koyu renk takım elbiseyle görünce ister istemez mafya dizisi setine düşmüş gibi hissettim. İlk başta açıkçası biraz yadırgadım ama devamında o kılıkta da pek güzel şeberdiklerini fark edince rahatladım.
3) Kendisiyle barışık insanlarla birlikte olmak her koşulda kilit nokta. Kimse kimsenin yaptığıyla ilgilenmediği, herkes kendi kafasına göre takıldığı bir grupla dolaşmak çok keyifli oluyor. Burada pek kimsenin "karizmayı dağıtma" derdi olmadığı için insanlar daha rahat hareket ediyor ve sanırım İngiltere'nin en sevdiğim tarafı da bu. Ancak Türkiye'nin davranış ritüellerine alışıksanız bu duruma adapte olmanız biraz zaman alıyor ve siz kendinizi "yanlış birşeyler" yapmamak için kasım kasım kasarken, çevrenizdekiler sıkıldığınızı ya da keyifsiz olduğunuzu düşünebiliyorlar. Bu durumda en iyisi, duygu ve düşüncelerinizi açık açık söylemek, ki benim de yaptığım tam olarak bu. Böylece kimse kimsenin aklını yarım yamalak okumak zorunda kalmıyor.
4)Espri anlayışına ve kültürel kodlara alışık olmamak dolayısıyla biraz zorlanabiliyorsunuz ama bu durumda da en iyisi olayları akışına ve zamana bırakmak. Hırs küpü olmanın alemi yok. Sonuçta karşınızdakiler aklı başında insanlarsa, yabancı olduğunuzun farkında oldukları için ona göre davranıyorlar.
5) Sınıfımı seviyorum!

Beklenmedik Sosyalleşmeler

Christmas etkinliklerinin alıp başını gittiği Avrupa semalarından tekrar merhaba. İki aydır mutfakta selamlaşmakla yetindiğim yurt arkadaslarıyla, son günlerde Noel münasebetiyle can ciğer kuzu sarması olmuş durumdayız. Ben de, üniversite hayatı boyunca tüm milli ve dini bayramları (ve hatta okul döneminin de önemli bir kısmını) dağda geçiren bir insan olarak Noel'in bir kaynaşma vesilesi olmasına şaşırsam da, gelişmelerin tadını çıkarmaktan geri durmuyorum.
Dillere destan yurt partimiz bundan 10 gün kadar önce "Hediye çekilişi yapalım. herkes birbirine birşeyler alsın ama kimse kimin ismini çektiğini söylemesin" fikrinin ortaya atılmasıyla başladı. Hediye çekilişi her ne kadar ilkokuldan beri alışmış olduğumuz bir kavramsa da burada beklediğimden iyi sonuç verdi. Takdir edersiniz ki; 20'sini geçmiş insanlar olarak artık ilkokuldaki gibi bakkaldan alınma tükenmez kalemi cross kalem kutusuna koyup birbirimizi kazıklamamız pek olası değil. Bu nedenle son 10 gündür uygun bir hediye alma amacıyla herkes birbirinin hobilerini, giyim zevkini, mantalitesini falan öğrenmek için ciddi bir gayret gösterdi. Topluca şehre inip dükkan gezmeler, gereksiz bahanelerle birbirimizin odasına göz atmalar derken birbirimizi tanıma fırsatı bulduk. (Bir kısım zübükzadelerin "pahalı hediye kulisleri" de olmadı değil ama o kadarı da olacak artık.)
Hediye faslından sonra bir diğer kutlama klasiği olan "herkes kendi yöresinin yemeğini yapsın" faslına geçildi. 7 kişilik katımızın 6 milletten adam barındırması sebebiyle bu fasıl özellikle pek şenlikli geçti. Benim revani ve mozaik pasta ile Türk spesiyallerini temsil ettiğim geceye Belçikalı ve İngiliz bacılarımız da çikolatalı kekle katıldılar. Mutfak bilgileri fırına pizza sürmekten ibaret olan erkekler ise kendi mamleketlerinden birer kız bulup ona yemek yaptırma yoluna gittiler. Mutfağımızın beklenmedik ziyaretçilerle dolup taştığı bu dönemde bir ara ben bile Vietnamlı kızlarla pirinç dolması (spring roll) sardım. Memleketlisinin işi çıkması nedeniyle bildiği en kolay yemeği yapmaya karar veren bir başka oda arkadaşı ise "menemen" yapıp Çin yemeği olduğunu iddia etti. İngiliz oda arkadaşlarından erkek olanı, evsahibi psikolojisiyle alışverişi üstlendi. Brezilyalı oda arkadaşı ise yapılan yemeklere yan yan bakıp dünya kupası fikstürü hazırlamakla ve gece boyunca futbol eksperliği yapmakla yetindi.
Tüm bu hazırlıklardan sonra dün gece 8 buçuk sularında, İngiliz eğlencelerinden örnekler sunulan parti başladı. Aktivitelerden bazılarını örneklemek gerekirse:
a) Kim kimi ne kadar tanıyor testi: Organizasyondan sorumlu bacılarımız sağolsunlar "X'in annesinin adı ne?", "Y hangi bölüme gidiyor?", "Z kaç kardeş?" gibi sorular hazırlamışlar. Bunları yanıtlamaya çalışırken birbirimizi tanıma fırsatı bulduk.
b) Hediye paketi açmaca: Bu oyunda ortada bir tane kat kat sarılmış hediye paketi var. Müzikle birlikte paket elden ele dolaşmaya başlıyor. Müzik durunca paket kimin elindeyse o kişi en üstteki kagıt katmanını açıyor ve bir alttaki katmanda duran bir post-it'te yazılanları yapıyor. Bizzat benim de bir adet bira fondiplemek durumunda kaldığım oyunda, "yanında oturanın kirli çorabından bira içmek", "5 kaşık şekerli kurufasulye (baked beans) yemek" gibi beterin beteri cezalar vardı. Söylemeden geçemeyeceğim, bu baked beans İngilizlerin favori gıdalarından. Kendileri bunu günde 3 öğün bayıla bayıla yiyorlar. Ama, İngiliz olmayanlar için cidden en beter cezalardan biri oluyor kaşık kaşık baked beans yemek.
c) Dünya kupası tahminleri: Aslında bu kısım hiç hesapta yoktu ama bir ara heves edip hepimiz birer fikstür doldurduk. Benim tahminim finalde Portekiz'le Almanya eşleşecek.
Akabinde odalardan birine doluşup film izlediğimiz gece dürüst olmak gerekirse beklediğimden çok daha eğlenceli geçti. En önemlisi de bugün odaca daha bir samimiyiz ve bu da yurt hayatımın daha iyi geçecek olması demek. Salı gecesi de sınıftakilerle toplanıyoruz. Umarım o da bu kadar hoş olur.
Son olarak, organizasyonda emeği geçen tüm oda arkadaşlarıma ve kızını ziyarete gelirken arabanın bagajını ağzına kadar bira dolduran (hem de en ala Belçika birası!) Karen'in babasına teşekkür eder bunu okuyan herkesin gözlerinden öperim.

Sabun ve Beyaz Peynir

Demin, annemin aylar önce aldığı ve buralara kadar benimle gelen beyaz bebe sabunlarının sonuncusunu açarken aklıma geldi de, sokakta yürürken, markete giderken her an sizi aklında tutan ve gündelik ihtiyaçlarınızı düşünmekten vazgeçemeyen birilerinin olması çok güzel bir şey. 20 yaşını geçeli seneler olmuş oğullarına çorap-çamaşır, eşşek kadar olmuş kızlarına diş fırçası ve sabun alan, evini kuşatan 200 metre yarıçaplı alanda 4 tane süpermarket bulunan evladına her ziyaretinde süt, yoğurt, peynir, meyva getiren, yaptığı yemekten 1 kap yollama hevesiyle babayı Ankara ayazında yollara düşüren anneler, neresinden tutarsanız tutun komik bir fenomen ama tüm bunlara alıştıktan sonra kendi erzak ve sabunlarınızla başbaşa kalmak ta ilginç bir burukluk yaratıyor. Bunun kendi hayatını idame ettirmekle falan alakası yok. Sonuçta ortalama zekalı, ortalama bütçeli bir insan (ne kadar nazlı yetişmiş olursa olsun) zorda kalınca, en azından makarna yapıp yumurta kırmayı becerebilir. Hatta ortalama bir yurdum kızı da heves ettiği müddetçe zaten, annesinden bile iyi yemek yapacaktır. Ama başınızın çaresine bakabiliyor olmanız "Kızım mercimek yaptım, sen seversin, babanla yollayayım mı?" şeklindeki o telefonu "of anne ne gerek var gece gece!" diye cevaplamayı özlemenizi engellemiyor. Olay sabun ve beyaz peynirden ziyade düşünülmek, birilerinin gündelik hayatında yer etmek, en alakasız zamanlarda en alakasız şeylere bakıp sizi hatirlayan birilerinin olması. Özlemek, özlenmek.
...özledim...

İkinci El

İkinci el eşyaları oldum olası sevmişimdir. Montaj bantlarından gıcır gıcır çıkmış, her tarafı kalite kontrolden geçmiş, damgalanmış, yan tarafındaki benzerinden hiç bir farkı olmayan birinci el eşyalardan daha farklı bir duruşları vardır. Sizden önce kullanan kişi orasını burasını örselemiş, yıpratmış, bir nevi o eşyaya kendi yaşam tarzını yansıtan bir karakter kazandırmıştır. Hemen hiçbir yeri kitapta yazdığı gibi çalışmaz. Emek vermeniz, zaman harcamanız ve püf noktalarını çözmeniz gerekir. Sonunda da eşyanızla birbirinizin suyuna gitmeyi öğrenir, seviyeli bir ilişki kurarsınız. Zaten gözden kaçan yıpranmalar nedeniyle ömürleri de pek kestirilemez bunların, bir anda elinizde kalınca sinirlenmeyle duygusallaşma arası bir ruh haline girersiniz.

Back to Home Back to Top FARLİMAS. Theme ligneous by pure-essence.net. Bloggerized by Chica Blogger.