İskoçya'da 3 Gün

Deli gönül ders, ödev, görev dinlememekte direnince, geçen hafta gene kendimi sehirler arası yollara vurdum. Bohem hayatın velinimeti "ucuz ulaşım" kampanyalarını kaçırmamak için apar topar giderek 3 güne sığdırdığım İskoçya gezisi sonrası aklımda sadece tek bir soru var: "Benim Southampton'da işim ne?". Hadrian Duvarı'nın* ötesine geçtiğim andan itibaren, adanın yanlış tarafına yerleştiğimi düşünmeye başladım. Londra'dan sadece 8 saat mesafede aynı dili konuşan apayrı bir dünya var. Glasgow'a ayak basarken "tipik İngiliz" denilebilecek her türlü kavramı arkanızda bırakıyorsunuz. Kutu kutu, bir örnek İngiliz evlerinin boğuculuğu yerini daha özgün bir şehir atmosferi alıyor. Kelimenin başının ve sonunun yuvarlandığı İngiliz aksanı yerine, İngilizce'nin "yazıldığı gibi okunduğu" İskoç aksanı duymaya başlıyorsunuz. Ve en önemlisi de artık muhataplarınız çekingen ve resmi İngilizler yerine neşeli ve rahat İskoçlar. Buna ek olarak insanlar pek bir yardımsever, 3 gün boyunca sokakta ne zaman cebimden harita çıkarsam yanımda "nereyi arıyorsunuz? Yardım edebilir miyim?" diyen birilerini buldum. Sokakta saat sorduğunuzda bile telaşa kapılan İngiliz'lerden sonra, sokakta insanları durdurup "Ben bu şehre yeni geldim, katedralle kaleyi gezdim, şimdi nereye gitmemi önerirsiniz?" diye muhabbete girebileceğiniz birilerini bulmak gerçekten çok güzel bir duygu.

İnsanları bırakıp şehirlere dönersek: "hadi oradan" diyeceksiniz ama Glasgow Ankara'ya inanılmaz benziyor. Tam bir memur ve öğrenci kenti. Ufacık bir kasabayken sanayi devrimiyle bir anda büyüyüp kocaman bir şehir olmuş. Aynı yumuşak kahverengi şehir tozu, aynı gri binalar. Sonuçta böyle anlatınca özlenecek, istenecek bir şey gibi durmuyor ama 20 sene Ankara'da yaşayınca takım elbiseli adamları "hemşeri", gri binaları "memleket" olarak algılamamak elde değil. Ama tabi Glasgow'un Ankara'dan çok önemli bir farkı var: şehirle bütünleşmiş sanat ve dizayn tutkusu. Sokaklarda heykeller, özene bezene tasarlanmış binalar, her zevke hitap eden galeriler (giriş ücreti almamaları da önemli bir husus tabi), Mackintosh Tower'da habire düzenlenen sergiler ve tasarım yarışmaları.... kısacası sürekli sanatsal üretim var.

Açıkçası Glasgow'un tek eksiği tarihi doku. İşin o kısmı için bir zahmet 80 dakika mesafedeki Edinburgh'a gidilecek. Şehir buram buram 18inci yüzyıl kokuyor. Kale ve civarındaki tüm binalar tarihi. Sokakta herkesin üzerinde az çok ekoseli bir şeyler var. Tek dezavantajı çok turistik bir mekan olduğu için biraz tuzlu. Diğer bir deyişle, öyle Glasgow'daki gibi her yere elinizi kolunuzu sallayarak giremiyorsunuz. Gerçi dar taş sokaklarda avare avare dolaşmak bile insanı 200 sene geriye götürmeye yetiyor. İstanbul kadar olmasa da geçmişi hissettiren bir yer sonuçta. Unutmadan günün şansına, Edinburgh'da bir sokak çalgıcısından gayda dinleme fırsatı da buldum. Uzaktan neyse de yakından dinleyince felaket bir sesi var. Kapı gıcırtısından hallice diyebilirim. Belki çalanın beceriksizliğidir diyeceğim ama yok, o aletten adam gibi ses çıkması pek mümkün gözükmüyor.

Sormadan söylüyorum, "yenim dar, yerim dar, pazartesi dersim var" gibi muhtelif nedenlerle İskoçya'nın meşhur pastoral ortamlarını göremedim. Yeşil tepelerinde dolaşamadım. Ancak, seneye kendimi çayıra çimene salmak için bol bol fırsat bulacağımı umuyorum. Zira seneye olabildiğince kuzeye gitmeyi ve mümkünse İskoçya'ya yerleşmeyi planlıyorum. Hayatın ne getireceği belli olmasa da, var böyle bir ümidim. Ümitsiz olmaz.


*Hadrian Duvarı: Kafalarına estimi tepelerden inip Güneye doğru yağma seferleri düzenleyen İskoç kabileleriyle baş edemeyen Romalılar sonunda adayı 118 km'lik uzuuunnn bir duvarla ikiye ayırmaya karar verdiler. MÖ 136'da tamamlanan Hadrian duvarının alt tarafı İngiltere, üst tarafı ise İskoçya olarak kabul edildi. Ancak milattan sonranın ilerleyen yıllarında hırslanarak, Asya'dır Afrika'dır ne bulduysa sömürgeleştiren İngiltere, iki arada bir derede İskoçya'yı da ucundan tırtıkladığı için duvarın şu anda pratik bir değeri bulunmamaktadır. Pek güneş yüzü görmediğinden olacak, "üzerinde güneş batmayan imparatorluk" olma hevesine kapılan İngiltere hazır oraya kadar çıkmışken İrlanda'nın da yarısını cebine atmış, lakin bu yolla başına aldığı beladan kolay kolay yakasını sıyıramamıştır. Ama bu başka bir hikaye ve başka bir zaman anlatılmalı.

2 kisi laf etti:

Adsız dedi ki...
Ocak 13, 2007 12:19 ÖS

Farlimas yazdığın blog u okudum su an bizde 10 kisilk bi grup halinde egitim icin glasgow nautical studies de kalıyoruz. Bize tavsiye edebileceğin yerler varsa lütfen mail atarmısın guverte@hotmail.com

yol dedi ki...
Haziran 20, 2007 1:13 ÖS

gerçeten çok tesekkür ederim yazin için harika olmus, seneye bir yilimi iskoçyada geçirecek bir insan olarak arastirma yaparken buldum ve içim sevinç doldu bu güzel seyleri duyunca:))) çok saol!

Back to Home Back to Top FARLİMAS. Theme ligneous by pure-essence.net. Bloggerized by Chica Blogger.